top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıPsk. İrem Asya Şallı

''Şımarık'' ve ''Uslu'' Çocukların Hikayesi

‘’Çocuk, ebeveynin aynasıdır.’’

Diyerek başladı sözlerine Dr. Elif Bengi Ünsal Özberk, gerçekleştirmiş olduğu ‘’Ödülsüz Cezasız Ebeveynlik’’ adlı oturumunda. Çocuklar, ebeveynlerinin aynasıdır ve tek başlarına değerlendirilemezler, dedi. Peki, bu ne demekti?


Çocukluk dönemlerimiz, yetiştirilme ve bağlanma stillerimiz ve daha birçok şeydi bizi biz yapan temeller. Hatta ebeveyn olduğumuzda nasıl bir ebeveyn olduğumuzu da bunlar belirlerdi. Düşünün; çocuğunuzun nasıl bir birey olmasını istediğinizi ve istemediğinizi düşünün. Şimdi bir de ebeveynlerinizin size verdiklerini ve vermediklerini düşünün. Çocuklarınızda olmasını istedikleriniz ve ebeveyninizden aldıklarınız sizin güçlü yanlarınız, istemedikleriniz fakat aldıklarınız ise güçsüz yanlarınızdır; istediğiniz fakat almadıklarınız ise size çelme takabilecek olanlardır ve bunları öğrenmeniz gerekmektedir. Çünkü kriz anlarında güçsüz yanlarınıza göre davranma ihtimaliniz çok yüksektir, bu yüzden de ilk adım bunların farkında olmaktır.


‘’İnsanlar çocuk sahibi olduğunda farkında olmadan kendi çocukluğuna dair hisleri yaşar. Çocuğumuzla ilişkimiz, anne babamızla ilişkimizin devamıdır.’’

Nihan Kaya-İyi Aile Yoktur


Her zaman mükemmel bir ebeveyn olmak, her zaman mükemmel bir insan olmak kadar ütopiktir fakat hataların farkında olmak ve telafi edebilmek önemlidir.


‘’Çocuklar yumurta gibi kırılgan değillerdir. Eğer telafi edersek onarılırlar.’’


Peki, bu girizgahın ardından gelelim asıl konumuza; Çocuklarımızın şımarık olmamasını, uslu ve söz dinleyen çocuklar olmalarını nasıl sağlarız? Ödül ve ceza ile mi? Eğer cevabınız evet ise yanlışsınız!


Cezayı tahmin etmek bir nebze daha kolay olsa da ödülün kullanımının yanlış olması çok ilginç geldi, değil mi? Öyleyse yazımıza ödül kullanımı ile başlayalım… Bir davranışı çocuğun yapması için ödül kullandığınız takdirde çocuğun o davranışı kendi motivasyonuyla yapmış olmasını engellemiş olursunuz. Bu yolla çocuk, doğru, yanlış veya erdemli davranışı ona ödül getiren olarak öğrenir. Çocuk için doğru ve erdemli olan ona kazanç getiren davranış halini alır. Ödül kullanımıyla uslu ve akıllı çocuklar değil, kendisi gibi davranmayan ve kendisinden uzaklaşan, istediklerinin bilincinde olmayan çocuklar yetişmiş olur…


Ödülün yokluğu da bir cezadır! Sık cezalandırılan çocuklar gibi sık ödüllendirilen çocukların da güvensiz ve kaygılı davranışlar sergiledikleri de araştırmalar ve gözlemler sonucunda ortaya çıkmıştır. Öyleyse hazırsanız cezaya geliyoruz…


Ceza kullanımı çocuk ve ebeveyn arasındaki bağı direkt olarak kopartır. Ceza bittiğinde çocuğun davranışı bir öncekinden daha şiddetli olarak geri gelir. Çocuk, ceza ve davranış arasındaki bağı kuramaz ve yalnızca cezaya odaklanır. Dolayısıyla da ceza çocuğa o davranışı yapmamayı değil, cezadan kaçmayı yani yalan söylemeyi ve sinsice davranmayı öğretir. Buna ek olarak fazla ceza kullanımı da çocukların keşfetme ve öğrenme arzusunu yok ettiğini de eklemek gerekir. Zekâ düzeyi ve okul başarısının düşüklüğü veya yüksekliği ile ceza kullanımının etkisi de yapılan araştırmalarca bulunmuştur. Çocuklardan yapması beklenen davranışlar beynin ön bölgesi olan frontal lob tarafından gerçekleştirilebilmektedir. Frontal lob ise gelişimini yirmili yaşlarda tamamlayabilmektedir. Çocukların yaptıkları, yapmadıkları ve yapamadıkları üzerine düşünürken bu bilginin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.


Bedensel ceza, bir istismar çeşididir. Ağır travmatik etkileri olan bedensel ceza, çocuğun bedeniyle olan bağlarını kopartır. Yaşamak için ebeveynine ihtiyacı olan çocuk, bağlarını kopartamadığı ebeveyninden ne zaman bedensel ceza geleceğini kestiremediği ve ona bağlı olduğu için paranoid düşüncelere sürüklenmiş olur. Bu gibi çocukluk çağı travmaları kişileri hayatları boyunca takip etmektedir.


E peki, ebeveynler ne yapacak o zaman? Çocuğun her istediğini yapacak ve ona boyun eğecek (!), her daim çocuğun mutlu olması için mi çalışacaklar? Hayır tabii ki. Hayatta her daim mutlu olmak maalesef ki mümkün değildir. Dolayısıyla ebeveynlerden de beklenen çocukları her daim mutlu etmeleri gibi ütopik ve yanlış bir şey değildir. Ödül ve ceza kullanımı yerine ebeveynin kendisine ve çocuğuna yönelik olarak bazı şeyleri düşünmesi ve sorgulaması gerekir. Ebeveynin ne kadar stresli olduğu, gününün ne kadarını çocuğuna ayırdığı, aralarındaki bağın ne durumda olduğu, ebeveynin rol model olup olmadığı gibi birçok durum gözden geçirilmeli ve soruların cevapları aranmalıdır. Rol model olmaktan da bahsetmişken; Ebeveynin rol modelliği ile akla yalnızca çocuğun yanında bazı davranışları sergilemek gelmemelidir, ebeveynin zihninden geçenler de çocuğa rol model olması için yeterlidir.


Her şeye rağmen çocukta uyumsuz davranışlar mevcutsa yine yapılması gereken bazı şeyler mevcuttur. Örneğin; çocuğa nedenini ve ne yapılabileceğini gerçekten ilgiyle sormak gerekir. ‘Çocuk sonuçta, açıklayamaz’ denilmemelidir, çocukların da kendilerini bir şekilde ifade edebilecekleri bilinmelidir. Buna ek olarak çocuğa yapma demek yerine ne yapacağını ve/veya ne yapması gerektiğini söylemek gerekir. Belki bizlerin ‘yetişkin’ zihinlerine saçma ve inanılmaz gelecek ama çocuklar olumsuzluk eklerini kavrayamazlar. Sorunun çıktığı yerde (Örneğin; restoranlar vb.) çocuğun ilgisini çekebilecek oyuncaklar kullanmak ve o noktalarda önlem almak, öncesinde provasını yapmak, sonuçları yaşatarak doğru olanı seçmesini sağlamak, inatlaşmamak, ‘hayır’ kelimesini gereksiz yerlerde kullanmamak, oyun aracılığıyla çocukla iş birliği yapmak, çileden çıktığımız durumlarda hasarları onarmak için çalışmak da gereklilikler arasındadır.


Davranışların kökeni dört temele dayanır; fizyolojik ve duygusal ihtiyaçlar, iyileştiren ihtiyaçlar, mizaç kökenli ihtiyaçlar ve mutlu davranışlar. Çocukların duygusal ihtiyaçlarının her gün karşılanması, ağlamak gibi acı kabını boşaltan davranışların kabullenilmesi ve onlara izin verilmesi de çok önemlidir. Mizaç kökenli ihtiyaçlar kısmında ise duyusal hassasiyeti olan çocuklarla ergoterapistler veya fizyoterapistler ile çalışılmasının gerektiği göz ardı edilmemelidir.


‘’Anne, baba ve çocuklar, ortak bir aile hayatı yaşasalar da bir yandan birbirlerinden ayrı bir hayatı yaşıyorlar. Evdeki her bireyin ayrı bir hayatı olduğunu görmek ve kabul etmek, bu gerçeğe saygı göstermek, ortak aile hayatını daha güçlü kılıyor.’’

Nihan Kaya-Bütün Çocuklar İyidir


Çocuklar ve yetişkinler arasındaki bu otorite kavgasının sebebinin yetişkinlerde var olan, çocukları ‘insandan farklı bir canlı’ gibi görmekten kaynaklandığına inanıyorum. Evet, küçükler ve zamanla öğreniyorlar, gelişiyorlar fakat bu ‘insan’ olmadıkları anlamına gelmiyor. Bunu gözden kaçırdığımızı ve hatayı da tam olarak bu noktada yaptığımızı düşünüyorum. Doğru kelimeleri seçerek, nasıl ki yaşıtlarımızla konuşabiliyorsak, onlarla da konuşabileceğimizi, en yakınları olan ailelerinden her şeyin esasını öğreniyor olduklarını gözden kaçırıyoruz. Kültürlerarası faktörler, genetik faktörler ve ebeveynler arası öğrenme yoluyla gerçekleşen aktarımlarla da farkında olmadan sorunları içinden çıkılmaz bir hale büründürüyoruz. Günümüzde yetişkinlerde neyi sorun olarak görüyorsak geleceğimizde o sorunların olmamasını çocuklarımızın sağlayacağını unutuyoruz. Çocuklar için güzel bir gelecek bırakalım istiyoruz diyoruz fakat sonuca giden yola ve yapılması gerekenlere odaklanmıyoruz. Bunun için de öncelikle ‘’çocuk yetiştirmek kitaplarda yazdığı gibi olmuyor’’ bahanesinin arkasına sığınmaktan vazgeçmeli, her çocuğun ve ebeveynin biricik olduğunu ve kitaplarda yazanların yanlış ve katı kurallar değil bilimsel, gözlemlere ve araştırmalara dayalı gerçekler olduğunu kabullenmeliyiz. Bir şeyleri kitapta yazıldığı gibi gerçekleştirmemize engel olan farklı şeyler varsa onlar üzerine düşünmeli ve o engelleri kaldırmaya çalışmalıyız… Çünkü ancak bu sayede;


Motorları maviliklere sürebileceğiz ‘çocuk’lar, motorları maviliklere sürebileceğiz ‘yetişkin’ler, güzel günler görebileceğiz ‘insan’lar!



68 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


Yazı: Blog2_Post
bottom of page